İstanbul’da Ramazan ayında meşhur bir dönercide rezervasyon yaptırmadan normal zamanda yer bulamaz iken iftar vakti yer bulmamın imkansız olduğunu biliyordum.
Fakat oradan geçiyordum. İftar vakti idi ve canım çekmişti.
Arabayı park ettim ve mekana ulaştım. İnsanlar yer yok diye sinirli sinirli çıkıyorlardı.
Arkadaşım “boşuna girmeyelim, baksana millet çıkıyor” dedi. Ben “Yok!” dedim, “Bir şansımı deneyeceğim”.
Mekana girdim, baktım biri içeride kan ter içinde kalmış panik halinde elemanlara bağırıyordu. Dedim bu ya şeftir ya patron! Hemen yanına gittim ve “Abicim yine kendini parçalıyorsun. Sakin ol buradan kim memnun ayrılmamış ki bizler ayrılalım. Nasılsın, iyi misin? İftar vakti üzme, yorma kendini; halleder elemanlar…” dedim. O sinirli stresli adam gülmeye başladı, teşekkür etti. Rezervasyonumu sordu. “Vallahi uzun yoldan geliyorum, yetişemem diye rezervasyon yapmadım. Bana yer yok deme! O lezzetli döneri gerekirse ayakta yeriz gideriz.” dedim.
“Olur mu öyle şey? Sen benim kardeşimsin, seni gönderir miyim ben?” dedi.
İftara 5 dakika kala masamıza oturmuştuk.
İstemeyi bilmek, samimi olmak, doğru dili kullanmak tüm işlerde çok önemli. Mekana yürürken en az 3-4 grup yer yok diye mekandan ayrıldı.
Çünkü onlar sadece “Yer var mı?” diye sordular.
Ben ise önce kişinin durumu ile ilgilendim; kendisini, hizmetini ve lezzetini övdüm. Sonra kendi derdimi anlattım ve yemeğimi yedim.
Unutmayın! Hepimiz insanız. Bu stresli dünyada halimizin hatrımızın sorulması, ve güler yüz gösterilmesi gibi olumlu yaklaşımlar güzel sonuçlar doğurur.